77. Cannes Film Festivali’nden notlar: Güleriz acınası halimize…
Sonunda, kendimizi tutamayarak yer yer kahkahalarla karşıladığımız farklı bir film izledik. İlk haftanın ağır basan vasatlığından sonra rahatlayıverdik.
Aslında, izleyicisinde korku, dehşet ya da tiksinti duyguları uyandırması beklenen, küçümseyici bir ifadeyle İngilizce “gore” sözcüğüyle sınıflandırdığımız, “trash” diye ekleyerek daha da marjinalleştirdiğimiz sinema türünün bir örneği olan “The Substance” (Madde), karamsarlığı ve sıkıntıları, iki saat için de olsa dağıtarak rahatlattı.
Az tanınan Fransız kadın yönetmen Coralie Fargeat’nın (1976) ikinci kurmaca filmi olan “Madde”, Demi Moore (1962) gibi deneyimli bir oyuncuyla da dikkat çekiyor. Demi Moore’un yorumladığı televizyon sunucusu ana karakter ile kendisinin “genç versiyonunu” perdede canlandıran Margaret Qualley (Andie MacDowell’ın 1994 doğumlu kızı.) arasındaki saç saça, baş başa acımasız çatışma, metaforik bir taşlama aslında.
Showbiz dünyasını biçimlendiren erkek egemen felsefenin karikatürize edilmiş bir eleştirisi. O dünyanın dikkatine boyun eğen kadınlar da paylarını alıyorlar bu taşlamadan.
DEMİ MOORE…
Günümüzde, televizyon dizilerinden moda dünyasına dek görselliğin öne çıktığı her alanda, kadınlara, “Genç ve güzel olun yeter” diye seslenerek baskı oluşturan yerleşik düzene karşı farklı sesini yükselten, kanlı canlı bir “genre” filmi izliyoruz. İçimizdeki ve dışımızdaki canavarların ölümüne kavgasının kan gölüne dönüştürdüğü bir dünya var önümüzde. Cannes Film Festivali’ne ilk kez oyuncusu olduğu bir filmle katılan Demi Moore, “The Substance”ta yaşı ilerlemiş bir televizyon yıldızını canlandırmakta.
Sunduğu popüler spor programından “zamanı çoktan dolduğu” için kovulunca intikam almak ister. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin mucizevi ürünü olağanüstü bir “madde” sayesinde kendini ikiye bölerek yeniden yaratacak ve yeniden doğan 20 yaşlarındaki genç kopyasıyla, kaybettiği eski işine aday olacaktır.
Büyük umutlarla yeni bir kariyere adım atacaktır. Ancak, o “madde”nin kullanış reçetesine göre, genç ve yaşlı olarak ikiye ayrılan kişinin, dönüşümlü olarak bir hafta genç, ertesi hafta da yaşlı kimlikleriyle yaşaması gerekmektedir. Biri varken diğeri beslenme uykusuna yatmak zorundadır çünkü… Ancak, genç kalmak, daha da güzelleşmek için plastik cerrahların tanrılaştırıldığı Los Angeles gösteri endüstrisinde egolar pompalanmakta, bencillik giderek artmaktadır.
İnsan kendinin baş düşmanıdır, denir ya, işte öyle. “Madde”nin kullanım protokolüne harfiyen uymayan yapay ikizler, sonunda iğrenç bir canavara dönüşerek kan kusacak ve çevreye kan kusturacaklardır. Bilimkurgu türüne zengin yaratıcılığıyla yepyeni düşsel ve şiirsel boyutlar katmakta usta olan David Cronenberg (1943), “The Shrouds” (Kefenler) ile geleceğimize yönelik çok ciddi kaygılara el atıyor.
Yapay zekânın geliştiği, sürücüsüz araçların çoğaldığı yakın bir gelecekte, sevdikleri insanları elektronik kameralar ve yenilikçi yazılımlar içeren özel kefenler içinde gömerek, toprakta çürüme süreçlerini anbean ekranlarında, 360 derece dönerek izlemeyi sağlayan yeni high-tech mezarlıklar geliştiren bir girişimcinin kaygılarına ortak oluyoruz…
Fransız oyuncu Vincent Cassel son derece özgün, derinlikli yorumuyla en iyi erkek oyuncu palmiyesinin güçlü adaylarından biri oluveriyor.