77. Cannes Film Festivali’nden notlar: Sinir krizleri eşiğinde…
Altın Palmiye adaylarının ilki, bir ilk film. Agathe Riedinger (1985) imzalı “Diamant Brut” (İşlenmemiş Elmas) doğal olarak Altın Kamera’nın da adayı. Ana seçkide başka ilk film de yok zaten. Üstelik, yazdığı senaryolar ve gerçekleştirdiği kısa filmlerle adını duyurmuş olan Agathe Riedinger, yarışmada yer alan dördü kadın 22 yönetmenin en gençlerinden biri olma özelliğine de sahip.
Altı yıl önce çektiği ilk kısa filmde de bugün perdede izlediğimiz yeni yetme genç kız Liane’ın televizyon şovlarına bağladığı umutları anlatıyordu Agathe Riedinger. Bugün, konuyu genişletip zenginleştirerek işliyor. Liane karakterini de yine aynı amatör genç oyuncu canlandırıyor.
Liane’ın aile ortamı, hayalleri, içinde debelendiği yoksul çevre, her an patlamaya hazır iç öfkesi, sinir krizleri eşiğinde dolaşıp duran kimyası, çocukluk döneminin doyumsuzlukları ve iç yaraları, sosyal medyanın aldatıcı çekiciliğine kapılarak takipçisi bol bir “influencer” olmaya özenmesi, öz kimliğini bulmak ve farklılığını kanıtlamak için savaşması, takipçileri için rol model olmayı isterken önüne sürülen “güzellik ve çekicilik” şablonlarına takılması…
Estetik cerrahiden medet uman, hızlıca fenomen olmak isteyen, bir yanıyla benmerkezci, diğer yanıyla çaresiz gençliğin prototipi olan Liane karakteri, yer yer şiirsel bir yalınlığı yakalayan sert sinema dili yanında, bu karakteri yorumlayan (galiba kendisi de birçok Liane’ın bileşimi olan) genç amatör oyuncu Malou Khebizi ile daha da gerçekçi ve duyarlı bir dramatik boyut kazanıyor. Umutlarını pamuk ipliklere bağladığının farkında olmayan Liane, film süresince içi sıkışarak beklediği olumlu haberle rahatlar. Aday olduğu, “reality show’ türü bir televizyon programına katılma şansını yakalamıştır.
Liberal showbiz dünyasının bol tuzaklı cangılına doğru giden uçaktaki görüntüleriyle noktalanır “İşlenmemiş Elmas”.
Agathe Riedinger, “İşlenmiş Elmas” adlı ikinci bir film yaparsa önümüzdeki yıllarda, koşarak gidip izleyeceğiz.
JÜRİNİN ÇOK DİLLİ BASIN TOPLANTISI
Onur Altın Palmiyesi alan Meryl Streep’in incelikli olgun kişiliğiyle aydınlanan açılış töreni, kaliteli hoş bir Hollywood şovunu anımsatıyordu. Öncesinde, jüri üyelerinin başkanları Greta Gerwig eşliğinde katıldıkları geleneksel basın toplantısı da tıklım tıklım doluydu. İlk kez bu kadar çok dilli bir toplantıya tanık oldum. Genelde İngilizce ve Fransızcayla yetinilirken, bu kez İspanyolca, Japonca ve Türkçe de vardı. İtalyanca çeviri de yapılıyordu galiba; kulağıma yansıyan anında çeviri kanallarının tümünü denemedim.
Bugün, her sözün çarpıtılarak oraya buraya çekilme olasılığının artması nedeniyle olsa gerek katılımcıların hepsi soruları ana dillerinde dinlemek ve yanıtlamak istemişti.
Önümüzdeki yıllarda hukuk danışmanları da kulislerde boy gösterirler belki… Olmazsa ChatGPT’nin yardımına başvurulur!
Bu kalabalık ortamda Ebru Ceylan’a yöneltilen tek soru da oldukça klasikti: Cannes’da ödüller alan filmlere katkıda bulunmuş bir sanatçı olarak, ödül verme konumunda bulunmak nasıl bir duygu?
Yanıt kısa ve hoş oldu: “Ödülleri, güzel bir yemekten sonra yenilen tatlıya benzetebiliriz.”
Gerçekten de, izlenen bir filmin lezzeti ve doyuruculuğu ön planda olmalı. Hatta o tadı kaçırmamak, uzun süre damağında tutabilmek için ardından en güzel tatlıları bile yemek istemeyen sinefiller vardı bir zamanlar. Ancak ödülsüz festivallerin mumu çabuk söndü.