Aydınlanmanın İzinde: Akıl, Özgürlük ve Türk Devrimi
Modern insan, düşünen insandır. Onu geçmişteki insandan ayıran temel fark, aklını kullanma cesareti ve yetisidir. Modernite yalnızca teknolojik ilerleme veya şehirleşme değil; bireyin kendi aklıyla düşünmesi, sorgulaması ve kendi yaşamını inşa etmesidir. Bu nedenle modernlik, esas olarak bir zihinsel devrimdir: Dışsal otoritelere –krallara, kiliseye, geleneksel dogmalara– bağlılık yerine, insanın kendi aklını rehber edinmesi ve kullanmasıdır.
Bu zihinsel dönüşüm Batı’dan çok daha önce İslam dünyasında filizlendi. 8.
yüzyıldan 12. yüzyıla uzanan İslam Aydınlanması, ya da diğer adıyla İslam’ın Altın Çağı, aklın, bilimin ve özgür düşüncenin yükseldiği bir dönemdi. Abbasîler döneminde özellikle Beytü’l-Hikme aracılığıyla felsefe, matematik, astronomi, tıp ve doğa bilimleri alanlarında büyük ilerlemeler kaydedildi. Farabi, toplumu akıl temelinde şekillendirmeye çalıştı. İbn
Sina, yalnızca bir hekim değil, felsefi sistemler kuran bir akıl adamıydı. İbn Rüşd, aklın vahiy ile çelişmediğini, aksine hakikatin ancak akıl yoluyla kavranabileceğini savundu. Bu düşünürler, Yunan felsefesini İslam dünyasında yeniden canlandırarak, düşünceyi dinsel dogmanın tekelinden kurtarmaya çalıştılar.
İslam filozoflarının bu büyük mirası; Endülüs ve Haçlı Seferleri aracılığıyla Avrupa’ya geçti. Ve bu düşünsel etki, Batı Aydınlanmasının ön adımı olan Skolastik Aydınlanmayı başlattı. Bu sürecin başlıca aktörlerinden biri, 13. yüzyılda yaşamış olan Aquinolu Thomas idi. Thomas Aquinas, İbn Sina ve özellikle İbn Rüşd’ün Aristo yorumlarından etkilenerek, Hristiyan teolojisine aklı dâhil etti. “Tanrı, insana aklı boşuna vermemiştir” diyerek, inancın yanında aklın da meşru bir bilgi kaynağı olduğunu savundu. Böylece, kilisenin otoritesine rağmen düşünceye doğru bie kapı araladı. Onun bu katkısı, Batı Aydınlanmasının düşünsel altyapısını hazırlayan erken bir kıvılcımdı.
Ancak ne yazık ki, İslam dünyasında aynı kıvılcım devam edemedi. İslam Aydınlanması, çeşitli nedenlerle sekteye uğradı:
- Gazali’nin geç dönem görüşleriyle, felsefe yerine tasavvufi sezgi ön plana çıktı; aklın rolü sınırlandırıldı.
- İbn Rüşd’ün görüşleri dışlandı, hatta etkisi yasaklandı.
- İçtihat kapısının kapatılması, düşünsel yeniliğin önünü kesti.
- Moğol istilaları ve siyasi parçalanmalar, ilim havzalarını dağıttı.
- Ve nihayetinde, dinî otorite aklı ve özgür düşünceyi tehlikeli ilan etti.
Böylece, İslam dünyasında taklit ve itaat yeniden egemen olurken, Batı bu mirası sahiplenerek geliştirmeye devam etti.
- yüzyılda René Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyerek bireyin kendi aklını temel almasını önerdi. Ardından John Locke, bireyin doğuştan haklara sahip olduğunu savundu. David Hume, deney ve gözlemi temel alarak bilgiye ulaşmanın yollarını tanımladı. Rousseau, eşitlik ve özgürlüğün toplum sözleşmesiyle sağlanabileceğini söyledi. Voltaire, dogmalara ve zorbalığa karşı özgür düşünceyi savundu. Ve bu düşünsel devrimin merkezi figürü olan Immanuel Kant, 1784’te şöyle yazdı:
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama hâlinden kurtulmasıdır.”
Bu filozofların ortak mücadelesi dine değil, dini kurumsallaştırıp halkı susturmak için kullanan otoritelere karşıydı. “Tanrı adına hükmeden” krallar ve ruhban sınıfları, halkı itaatkâr tutmak için ilahi meşruiyet iddiasında bulundu. Bu düzende birey, aklını bir kenara bırakıp kaderine razı olmaya zorlandı.
Ancak insan aklı buna teslim olmadı. Fransız Devrimi, kilisenin ve aristokrasinin halk üzerindeki tahakkümüne karşı bir isyandı. Amerikan Devrimi, halk egemenliğini ilke edindi. Bolşevik İhtilali, Tanrı adına yönetilen Çarlık düzenini yıktı. Çin’de Mao, feodal ve dini baskıya karşı bir devrim başlattı. Ve nihayet, 20. yüzyıl başında Türk Devrimi sahneye çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca bir rejim değil, bir zihniyet devrimi gerçekleştirdi. Hilafet ve saltanat kaldırıldı. Laiklik, inancı koruyup istismarı dışlamak için benimsendi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimde akıl ve bilim esas kılındı. Harf Devrimi ile bilgi, halkın erişimine açıldı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözüyle, halkı dogmanın değil bilimin yoluna çağırdı.
İşte bu, Türk Devrimi’nin özüydü: Halkı Tanrı adına susturanlara karşı, akıl, özgürlük ve eşitlik yolunda ayağa kaldırmak.
Bugün hâlâ, din adına konuşanlar var. Hâlâ “kader” deyip adaletsizliği meşrulaştırmak isteyenler var. Ama çözüm ne öfke ne de yıkımdır.
Çözüm, akıldır.
Sorgula: Bu düzen kimin işine yarıyor? İnanç seni özgürleştiriyor mu, yoksa zincir mi vuruyor?
Korkularla mı yaşıyorsun, yoksa fikirlerle mi?
Modern insan düşünen insandır. Sen de düşünen bir bireysin.
Kant’ın çağrısını, Aquinas’ın mirasını, Atatürk’ün devrimini hatırla:
Aklını kullan. Kör inançtan sıyrıl. Düzeni sorgula. Adaletsizliğe “kader” deme.
Çünkü özgürlük, Tanrı’nın sana verdiği aklı kullanmaktan doğar.