Deniz Berktay ile Kuzeyden notlar: Ruhban okulu, neden açılamaz?
Son günlerde Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması konusu gündeme geldi.
Bunu savunanlar hem İstanbullu Rum azınlığın haklarından hem de Türkiye’yle Yunanistan arasındaki yakınlaşmadan bahsediyor. Buna karşı çıkanlarsa Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türklere yönelik yükümlülüklerini yerine getirmediğini, o nedenle bu şartlarda bu okulun açılamayacağını savunuyor. Hatta “Yunanlar önce Atina’da cami yapsınlar, biz sonra buna bakalım” diyenler de var.
Oysaki meselenin ne İstanbul Rumlarının haklarıyla ne Batı Trakya Türkleriyle ne de Atina’da cami yapılmasıyla bir ilgisi var.
Peki, neyle ilgisi var?
Aslında bu konuları ben, Cumhuriyet Yayınları’ndan çıkan “Rusya Batı Çatışmasında Fener Rum Patrikhanesi” adlı kitabımda ele aldım ve Türkiye’nin egemenlik haklarına ilgi duyan herkese bu kitabımı tavsiye ediyorum.
Burada konuyu kısaca irdeleyelim:
1971’de Türkiye’de yüksekokul statüsündeki bütün okulların devlet denetimine girmesi kararı kabul edilir. Ama Fener denetimi kabul etmediği için (neden acaba), bu okulu kendisi kapatır. Yani konu Türkiye’deki Rum Ortodoks cemaatin papaz adaylarının eğitiminin engellenmesi değildir. Fener hiçbir şekilde denetimi istemez.
Burada sadece Türkiye’deki Rumlar’ın değil, çeşitli Ortodoks ülkelerin rahip adayları da eğitim görmekteydi.
Konunun İstanbul’daki Rum azınlığın haklarıyla alakası yok çünkü Türkiye devlet denetimindeki bir rahip okuluna karşı değil. Mesele, Fener’in Türk kurumlarına bağlı olmayı kabul etmemesi ve kendisini dünyadaki bütün Ortodokslar’ın mutlak lideri olarak görmesidir. Farklı ülkelerin rahip adaylarını yetiştirecek ve bir denetime bağlı bulunmayacak olan bir ruhban okulu, Fener’in liderlik iddiasını güçlendirir.
Lozan Antlaşması’nda İstanbul Rumlarıyla Batı Trakya Türklerinin durumu ve hakları karşılıklılık ilkesine göre düzenlenmiş, patrikhane konusuysa ayrı bir konu olarak ele alınmıştı. Türkiye diğer ülkelere Fener Patrikhanesi’nin sadece Türkiye’deki Rum Ortodoksların dini kurumu olacağını kabul ettirmişti. Ne var ki 1940’ların sonlarından itibaren ABD’nin Fener aracılığıyla Doğu Avrupa’daki Ortodoks halkları etkilemek istemesi ve Türkiye’nin ABD’nin çizgisine girmesiyle birlikte bu konu epey sulandırıldı.
Fener, Ortodoks dünyasının mutlak lideri değil. Diğer Ortodoks kiliseleri Fener’i sadece onursal lider olarak tanıyor. ABD ise Ortodoks dünyasını tek merkezden yönetmek istediği için Fener’in liderliğini destekliyor. ABD, Ukrayna’yı da etki alanına almak için 2018’den beri Fener’in Ukrayna’yı sahiplenmesine destek veriyor.
Dolayısıyla bu konular Türk-Yunan ilişkilerinin parçası değil, çünkü mesele ABD ve dünya siyasetiyle ilgili. Aynı şekilde ABD’nin Ortodoksları tek merkezden yönetme isteğinin, İstanbul Rumlarının haklarıyla da bağlantısı yok. Konu, Batı Trakya Türklerinin haklarıyla karşılıklılık çerçevesinde de ele alınamaz çünkü Batı Trakya’daki İskeçe Müftüsü’nün bütün müslümanların lideri olma gibi bir iddiası yok. İskeçe Müftüsü gittiği ülkelerde Fener Patriği gibi cumhurbaşkanlarına özgü protokolle de karşılanmıyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin egemenliğini ilgilendiren bu konuları doğru eksende ele almak gerekiyor.
[email protected]