Dr. Eşref Atabey, Türkiye’deki gerçek ‘beka meselesi’nin ne olduğunu ortaya koydu: Sömürge madenciliği
“Yabancı şirketler, başka bir ülkede maden işletip, cevher elde ediyorsa ve büyük payını kendi ülkesine götürüyorsa bunun adı sömürge madenciliğidir. Türkiye’de şu anda sömürge madenciliği var.” “Eğer bir “beka meselesi”nden söz edilecekse, bizim yaptığımız madencilik, ülkemiz için çok büyük bir beka meselesidir. Gelir yok, zarar ediyoruz. Sağılığımız ve geleceğimiz büyük tehlike altında.”
Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
– Altın madenciliğinin sakıncası nedir?
Altın cevheri, diğer metalik madenlerden krom, demir, kurşun gibi yer kabuğunda damar şeklinde bulunmaz. Kayaç içinde toz şeker teneleri gibi saçılı halde bulunur. Kayaç içinde damar şeklinde bulunan cevherler yer altı işletmesiyle ya da cevher damarı takip edilerek alınabilir, bu haliyle doğa fazla tahrip edilmez. Ancak altın işletmesinde durum farklı. Önce etütlerle altın cevherinin nerede yoğunlaştığı tespit edilir. Cevherin olduğu yere sondajlar yapılır, rezerv tespit edilir. Kayaç içinde saçılı haldeki altını elde etmek için o kaya kütlesi tümüyle yerinden sökülüp kaldırılır, bu cevherli kayaç kırılıp, çok ince tane boyutuna getirilir ve liç adı verilen yığını sodyum siyanürle işleme tabi tutulup o şekilde altın elde edilir. Bu bakımdan altın madenciliği doğaya çok zarar verir. Cevher alındıktan sonra geriye işe yaramayan ancak çevre için etkisi yıllarca sürecek ve bir felakete yol açan sülfürlü ağır metallerin bulunduğu pasa (artık) bırakılır.
– Peki siyanürün zararı için ne dersiniz?
Canlılar için bilinen zehirlerin en tehlikelisi hidrojen siyanür gazıdır. Siyanür; ağız, hava, su, temas yoluyla alındığında kısa sürede öldürücü güçlü bir zehirdir.
Altın madenciliğinde Siyanür suya karıştığı zaman siyanojen klorür gazına dönüşür. Bu gaz zehirlidir. Toplu balık ölümlerine yol açar. Siyanür kanser yapmaz. Siyanür vücuda girince karaciğerde Rhodanese denen savunma hormonları devreye girer, siyanür tiyo-siyanite dönüşerek idrar yoluyla vücuttan atılır. Kanser olması için uzun süre hücrelerde birikim olması lazım. Çevre Koruma Ajansı (EPA) ve Zehirli Maddeler ve Hastalık Kayıt Ajansına göre (ATSDR) siyanürün kanser yaptığıyla ilgili bir bilimsel veriye ulaşılamadı. Ancak siyanür kimyasal olarak alındığında insan dahil tüm canlıları öldürür. Yani kanser yapmaz öldürür. Etkisi uzun süreli değil, kısa süreli öldürücüdür. Havadaki hidrojen siyanürünün insana etkisi şöyle olur: Litrede 0.3 mg olursa hemen öldürücü oluyor. Boğaz yoluyla, ağız yoluyla alınmadan kastetmiyorum, yalnızca nefes almaktan söz ediyorum. Madencilikte siyanür havaya karışırsa ve litrede 0.3 mg olursa hemen öldürür. Dünya Sağlık Örgütüne göre içme suyunda siyanür litrede 0.05 mg’ı aşmamalı. Siyanürün diğer etkisi kayaç ve toprakta hareketsiz duran ağır metalleri yani kurşun, cıva, çinko, antimon gibi hareketli hale getirerek bitkilerin daha fazla toksik element almasını sağlar ve bitkiler ve organizmaları zehirler. Toprak yoluyla yer altı suyuna geçer.
– İliç’te toprağa siyanür karışmış mıdır?
Karışmıştır. İliç Türkiye’de altın madenciliği yapılamayacak tek yer. Buranın topografik özelliği dik olması. 45 derece eğimli bir yamaçta. Güneyinde Munzur Dağının sırtları var. Kuzeyi Fırat’ın Karasu Nehri ile sınırlı. Aralarında derecikler var. Sabırlı Deresi’nin doğusunda atık havuzu, batısında işletme var. Munzur dağları yüksek olduğu için kar tutar. Kar suları eridiği zaman yer altından süzülerek Karasu Nehri’ne ulaşır. Kayaç yapısı da kireçtaşı dediğimiz boşluklu, gözenekli kar ve yağmur suları bünyesinde biriktiren birer su deposu görevi görüyor. Madencilikte bu su depoları ortadan kalkar, tahrip olur. Siyanürle altın elde etmek için ortamın asitliği 9.5-11 arası tutulur. Ortam asiditesi 11 üzeri ise hidrojen siyanür yok gibidir. Ortamın asitliği 9 civarında iken hidrojen siyanür ve siyanür derişimi eşittir. Asidite 7’nin altında ise ortamda sadece hidrojen siyanür görülür. Buharlaşır ve havaya karışır. Toprakta da siyanür bulunur. İliç liç yığını akması sırasında da böyle olmuştur. Kontrolden çıkan liç yığınında havanın nemi ve suyun etkisiyle ortam asiditesi 7’nin altına düşmüş ve hidrojen siyanür havaya, Siyanür bileşikleri de yer altı suyuna ve toprağa karışmıştır.
– İçme suyuna karışma riski konuşulur hep…
Madenciliğin çevreye ve doğaya etkisini ele aldığımızda, ilk olarak morfolojik yapı bozulur. İkinci zararı ise içme ve yer altı sularına olur. Madencilikte bir yerde işletme aşamasına gelindiğinde önce yüzeydeki toprak sıyrılır, sonra bitki örtüsü ve orman ortadan kaldırılır. Çünkü cevherli kayaya ulaşmak için üstündeki ormanı, bitki örtüsünü ortadan kaldırmak gerek. Toprağı da kaldırmak zorundasınız. Toprağı da dozerlerle sıyırırlar ve maden bittikten sonra tekrar sermek için bir yere depolarlar.
– Depolanan toprak kaç yıl dayanır?
Diyelim ki o toprak 10 yıl depo yerinde durdu. Özelliğini kaybeder. İçindeki canlı organizmalar yok olur. Yağmur suyuyla yıkanır. Toprak özelliği kalmaz. İçinde organizmaların, minerallerin olmadığı canlılığı olmayan kuru bir madde olur.
– İkinci etki yer altı sularına demiştiniz…
Evet, çünkü kayalar bizim içme suyu sağladığımız depolardır. Biz yeraltı kuyu sularından, barajlardan, içme veya kullanma suyu temin ederiz. Bunun da kaynağı kayaçlardır. Kayaların içindeki gözenekli, boşluklu yapılarda kar ve yağmur suları birikir.
Bir yerden yüzeye çıkar. Dereciklerden derelere, çaya oradan nehirlere derken doğal bir sistem kurulur. Dolayısıyla madencilikte yeraltı suları kurur. Üçüncüsü ise patlatmalar. Madende yüzde 80-90’a patlatma işlemi yapılır. Özellikle cevher minerallerinde, metalik madenlerde genelde patlatma kullanılır. Patlatma toz kaldırır.
‘EKOLOJİK DENGE BOZULUR’
Önemli bir nokta da şu: Kükürt, madencilikte bir numaralı düşmandır. Altın madenciliğinde pasa olarak kenara koyduğunuz “artık” malzeme, depoladığınız yerden yağmur suları ve kar sularıyla sürekli yıkanır ve aşağı doğru süzülür. Siyanür içindeki elementleri hareketli hale getirir. Pasa tabanında asidik bir su birikir ve sülfürik asite dönüşür. Yani en tehlikeli asit. Bu da yer altı sularına, içme sularına, barajlara karışır. Balıkların ve mikroorganizmaların topluca ölümüne neden olur. Doğanın ekolojik dengesi bozulur.
– Çok büyük zararlardan söz ediyorsunuz. Altına bu kadar ihtiyaç var mı?
Altın mücevherhat, yatırım aracı, elektronik ve Merkez Bankası’nda külçe biçiminde güvence aracı olarak biriktiriliyor. İşin tuhaf yönü şu: Altın yer altından çıkartılıyor, sonra tekrar kasalarda yer altına koyuluyor, muhafaza ediliyor. Yer altından yeryüzüne çıkartılıyor, sonra tekrar yer altına sokuluyor, biriktiriliyor.
– Peki teknolojideki kullanımı…
Elektronikte kullanım oranı yüzde 6 civarında. Bu miktarda altın da Dünyada ve Türkiye’de yetecek kadar mevcut. Altın, diğer metaller gibi ihtiyaç olan bir maden değil. O zaman altın madeni ocağı açmaya ve altın elde etmeye, doğayı da tahrip etmeye gerek yok. Son yıllarda altın yerine geçebilen bazı elementler olduğu için elektronik sanayinde de oranın düştüğünü biliyorum. Yani en büyük pay mücevheratta. Bu da altının insanlığın zaruri ihtiyacı olmadığının kanıtı.
– Zenginler için mi çıkıyor altın?
Evet. Altının zaruri insan ihtiyacı değil, bir lüks aracı olduğunu söyleyebilirim. Günlük yaşamını sürdürme telaşı içinde olan insanların altınla bir ilgisi yok.
‘ALTIN VARSILLAR İÇİN’
– Yani doğaya zarar veren altın madenciliğinin insana iyi yönde bir geri dönüşü yok mu?
Yok. Altın ve diğer madenlerin kullanımı daha çok varsıl insanlar için. Örneğin her yıl arabasını, kol saatini, cep telefonunu değiştirenler veya ellerindeki aletleri beğenmeyip sürekli yenileyenler daha çok metal harcamış oluyor. Çünkü o değiştirdiği araçların hepsi krom, demir, bakır, altın… Bu da doğadan elde ediliyor. Böyle bir yaşam biçimi olanlar, ormanı, içme sularını, yeraltı sularını, havayı daha çok kirletiyor anlamına gelir. Özetle altın madenciliği varsıllar için yapılıyor dersek yanlış olmaz.
– Altın madenin ömrü ne kadar?
Her madenin bir ömrü var. Altını çıkarmak morfolojik yapıyı bozar. Yıllar boyunca devasa çukurlar oluşturulur. Metalik madenlerin ömrü rezerv durumu ve işletme koşullarına göre değişir. Türkiye’deki Altın ocakları ömürleri 10 ile 30 yıl arasında değişiyor. 5 yıl olan da var.
– Peki ömrü bittikten sonra?
O bölgedeki kaya kütleleri yerlerinden kaldırıldığı için devasa çukurlar oluşuyor. 40-45 hatta 90 derece eğimli devasa çukurlardan söz ediyorum. Uzaydan baktığınızda yerin derinliğine konik şeklinde inen kara delik şeklinde görülür.
– Çukurlar kapatılmıyor mu?
Bu çukurlar o yöredeki insanlar, canlılar ve yabani hayvan için bir tehlike oluşturuyor. Çukurlara düşüyorlar, yuvarlanıyorlar. Bir de suyla doluyor. Hayvanlar boğuluyor. Suyla dolduğu zaman oraya düşen bir canlının kurtulma şansı yok.
– Neden doldurmuyorlar?
Bununla ilgili yönetmelikte madenlerin işletildikten sonra eski haline getirilme şartı var. Bütün maden şirketleri: “Biz cevheri aldıktan sonra eski haline getirdik, ağaçlandırdık” der. Benim gezdiğim gördüğüm maden ocaklarında çukurlar hep aynen bırakılmış durumda.
– Bölgeyi eski haline getirmek mümkün mü?
Toprak milyonlarca yılda oluşur. Peynir gibi kestiğiniz kayanın üstünden fidan dikemezsiniz.
Diyelim ki diktiniz, onun yeşermesi, kök salması yıllar alır. Orman oluşturamazsınız. Tarım toprağı canlı bir varlıktır ama siz bunu bozup suni bir park oluşturuyorsunuz. Karşıdan bakın, cılız fidanlar görürsünüz. Bunu gösterip “İşte ağaçlandırdık” diyorlar. Bunun adı orman değil.
– ÇED raporları için yorumunuz nedir?
Altın ruhsatı alan işletmek için Çevresel Etki Değerlendirme Raporu hazırlamak zorunda. Bunu, bakanlığın yetkili kıldığı, piyasadaki özel bürolar aracılığıyla hazırlıyorlar. Ankara Öveçler’de, Balgat’ta her bina neredeyse ÇED bürosu olmuş. Yüzlerce ÇED raporu inceledim. Adresleri belli, şirketleri paylaşmışlar. Kolayca raporu alıyorsunuz. “Kopyala yapıştır” raporlar hazırlanıyor. Sonrası kolay Bakanlık maden sahasını görmeden rapor üzerinden ÇED onayını veriyor. Her şey bilimsellikten uzak ve fizibilite etütlerine dayanmadan prosüdüre uygun düzenleniyor. Denetleme yok. Bakanlığın yeterli elemanı yok.
‘BU GÜCE KARŞI MÜCADELE ZOR’
– Yargı kararlarına rağmen işletmeye devam edilmesinin sebebi nedir?
Yerel halk zararı gördükçe mahkemeye başvuruyor. Bu sefer avukat ücretleri devasa olduğu için bunun altından kalkamıyorlar. Gönüllü çevre avukatları buluyorlar. Bu gönüllü avukatlar dava açıyor, davayı takip ediyor ve iptal ettiriyorlar. Ama neden dolayı yürütme durdurma verilmişse, ÇED iptal edilmişse 2009/7 sayılı genelgeyle eksiği tamamlayıp ve işletme devam ediyor. Sonra tekrar dava açılıyor. Yol masrafı, konaklama, dava takibi… Yine bir sürü maddi zorluk çıkıyor. Bu sırada madenciler de kirletmeye devam ediyor. Halk eylem yapıyor, bu eylemler kolluk gücü ile durduruyorlar. Bazı köşe yazarları o madenin ne kadar faydalı olduğunu anlatan yazılar yazıyor. Dolayısıyla vatandaşın karşısında büyük bir güç var. Bu güce karşı mücadele etmek çok zor.
‘YÜZDE 99.2’Sİ ÖZEL SEKTÖRÜN ELİNDE’
– İpin ucu ne zaman, nasıl kaçtı?
Yıllarca arazide yaptığım çalışmalarda, madenciliğin vahşi şekilde yapıldığına tanık oldum.
1935’te Atatürk tarafından ülke madenlerinin aranıp bulunması için kurulan MTA, 1985’te genel müdürlük oldu, özerkliğini, enstitü kimliğiyle birlikte araştırmacı kimliğini de kaybetti. 2000’lere kadar ciddi şekilde Türkiye’deki tüm madenler aranıp bulundu ve işletilmesi için ETİBANK’a devredildi ancak ETİBANK’ta özelleşti. 1963’te madenlerin yüzde 75’i kamunundu. Geldiğimiz noktada madenlerin yüzde 99,2’si özel sektörün elinde.
– Ne kadarı yabancı?
Bunun yüzde 80’i yabancı şirketlerin elinde. Yani şu anda sömürge madenciliği var.
– Nedir sömürge madenciliği?
Bir ülkenin şirketleri, başka bir yabancı ülke sınırları içinde o ülkenin iş gücünü ve imkanları kullanarak maden işletip, maden üretiyorsa, cevher elde ediyorsa ve bunun büyük payını kendi ülkesine götürüyorsa bunun adı sömürge madenciliğidir. Türkiye’de şu anda yapılan sömürge madenciliğidir.
– Türkiye bunu neden kabul ediyor?
Çünkü yabancı şirketler Türkiye’deki ortaklar eliyle altın madenciliği başta olmak üzere tamamen çıkar ilişkisine dayalı sistemi kurmuş durumda. Bu yönetenlerin özel bir politikası, tercihi. 24 Ocak 1980’tan sonra bu kararlar alındı, özelleştirme yapıldı, tüm varlıklarımız satıldı. Madencilik de şu anda siyaseti besleyen önemli unsurlardan biri haline geldi.
– Nasıl besliyor?
Üç unsur besliyor. Bir enerji sektörü, iki inşaat sektörü, üç madencilik sektörü. Yenilebilir enerji son yıllarda çok moda oldu. Güneş enerji santralları, HES’ler vs. Üçü de ihale yoluyla yapılıyor. İhale kanunu onlarca kez değişti, her seferinde farklı bir şey konuluyor. Şu anda madencilikle ilgili yabancı şirketlerin yararlandığı düzenlemeler, Osmanlı’dan gelen kapitülasyonların bir devamı şeklinde olup yabancı sermayeli şirketler TÜBİTAK’ın verdiği ARGE desteğinden Maden Kanunu’nda öngörülen teşvikler ile diğer her türlü teşvikten yararlanıyor.
Üstüne üstlük bu şirketler ülkemizde madencilikten elde ettikleri kazançları kendi ülkelerinde borsada kullanıyor. Diğer taraftan çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarına dayanarak kendi ülkelerinde vergi ödüyorlar. Türkiye’deki ortakları bürokrasideki işlerini takip etmek, işlerini kolaylaştırmak, yasada yönetmelikte bir tıkanıklık olduğunda bunları aşmak için yardım ediyor. İliç örneğinde olduğu gibi.
‘5 MİLYON KİŞİ ÖLDÜ’
– Madenciliğin ekonomideki yeri nedir?
Madenciliğin gayri safi milli hasıla içindeki payı 2022’ye göre yüzde 1,4. Biz doğayı yok eden madencilik yerine bu güzelim, dağları, kayaları, taşları, turizm için teşvik etsek, dünyadaki turistleri çeksek, değil yüzde 1, belki yüzde 10 katkı koyarız. Örneğin Kemaliye dünya UNESCO listesi içinde, belki Türkiye’nin en güzel yerlerinden birisi, Fırat Vadisi’nin yamacında. Ama etrafı İliç altın, Divriği demir dahil madenlerle çevrili. Burada turizm potansiyeli var. Dutu ünlüdür ama üretemezseniz, bal, İliç peyniri şu anda riskte. Çünkü Erzincan tulum peyniri, İliç madeninin bulunduğu meralarda oluyor. Şu anda oralar madencilik adı altında işletiliyor, meralar yok ediliyor ve araziler tahrip ediliyor. Dünyada tek madenciliğe dayalı zenginleşen bir ülke yok. Dünyanın en fazla değerli madenlerini cep telefonların vazgeçilmez metali koltan cevherini bulunduran Demokratik Kongo Cumhuriyeti dünyanın en yoksul ve acılar yaşayan ülkesi. Sömürge madenciliği, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne acı ve gözyaşından başka bir şey vermeyen, 1994 yılından beri iç karışıklıklarda yaklaşık 5 milyon kişinin ölümüne neden oldu.
– Diğer ülkelerde madencilik nasıl yapılıyor?
Kanada’da bir kadın, parktan çiçek koparıp bir kafeye oturuyor. Herkes tuhaf tuhaf bakıyor. Beş dakika sonra iki polis geliyor. Alıyorlar elindeki çiçeği, ölçüyorlar. 40 santimetre. 40 santim 400 dolar yapıyor ve soruyorlar: “400 dolar mı ödemek istersiniz, 4 gün hapishanede kalmak mı”. Diğer taraftan Kanadalı şirket Türkiye’ye geliyor, ülkemizin altın üstüne getiriyor. Hiçbir kural tanımıyor. Dünyada böyle değil maalesef. Çevreyi iyileştirerek de madencilik yapılabilir.
– İstihdama da mı faydası yok?
2022’ye göre kamuda 13 bin 800 kişi çalışıyor. Özelde 131 bin 690. Tüm ülke sathına yayılan ruhsat sayısı 384 bin. Ailelerle birlikte 3 ile çarpsanız 400 bin yapar. Köylüye; “Gençleri işe alacağız” deniyor ama tümü hayalden ibaret. Bu madencilik yerele hiçbir fayda getirmedi. Her madenci önce muhtarla anlaşır. Gider köyün camisine, çeşmesine, yoluna bakar. Halısı var mı, ne eksik… Tüm bunları yaptıktan sonra köylünün gönlünü alır.
– Birçok farklı yerde itirazların olduğunu görüyoruz…
İnsanlar bilinçlendi. Madenin nelere mal olduğunu, suları kirlettiğini, hayvanları, meraları nasıl yok ettiğini gördüler, artık gözleri açıldı. Şimdi maden dendiği zaman, çevreye, ürünlerine, suyuna, toprağına, hayvanlarına verdiği zararı gördüğünden vatandaş doğru ya da yanlış hepsine karşı çıkıyor. Ama bilinçli bir şekilde.
‘ALTIN MADENCİLİĞİ YASAKLANMALI’
– Peki hepsine karşı çıkmak ne kadar doğru?
Bu da tehlikeli. Sonuçta madencilik yapmamız gerekiyor. Bizim refahımız, yaşamımız için metal önemli. Sanayinin lokomotifi, sanayinin destekleyici bir unsuru. İhtiyacımız var.
Doğada her maden işletmesi aynı tahribatı yapmaz. Maden gruplarına göre tahribat durumu değişir. Metalik madenler, bunlar içinde de altın madenciliği doğayı en fazla tahrip eder, ekosisteme zarar verir. Bundan dolayı ve altına da zaruri ihtiyaç olmadığından altın madenciliği yasaklanmalıdır.
– Nasıl yapmalıyız?
Öncelikle kamu eliyle yapacağız. Gerektiği yerde, gerektiği kadar, ihtiyacımız kadar yapacağız. Ham madde madenciliği değil, cevheri işleyen tesisler kuracağız. Yurt içinde ham maddeyi işleyen tesisler yaparak, ürün elde ederek kendi cevherimizi kendimiz işleyeceğiz ve kendimiz kullanacağız. İhracat yapmayacağız. Gerek yok.
– Şu an Türkiye’nin her yeri “Maden var” diye kontrolsüzce kazılıyor mu?
Türkiye’de maden tanımında sıkıntı var. Tanım şöyle yapılıyor: “Ticari değeri olan, üretilip satılabilen petrol, doğal gaz, jeotermal dışındaki tüm maddeler madendir”. Buna göre Türkiye’nin her tarafı maden tanımında. Maden bulunduğu yerde mevcut olan, başka yerde bulunmayan cevheri içerir. Maden olmayan tortul materyaller ile kayaçlar ise her yerde bulunurlar. Bu durumda mermer ve taş ocakçılığı, kum ve çakıl maden değildir. Kanundaki bu maden tanımı tüm yabancı şirketlere, ülkenin bütün kaynaklarını peşkeş çekme anlamı taşıyor. Bu tanıma göre Türkiye’nin her tarafı madenciliğe açıldı. Her yer taş ocağı mermer ocağı, Türkiye şu an felaket durumda. Eğer “beka meselesi”nden söz edilecekse, bizim yaptığımız madencilik, ülkemiz için çok büyük bir tehlike, bir beka meselesidir. Gelir yok, zarar ediyoruz. Ülke toprakları ve suyu tamamen kirletiliyor. Yani sağlığımız, geleceğimiz şu anda büyük tehlike altında.
PORTRE: DR. EŞREF ATABEY
İstanbul Üniversitesi’nden jeoloji yüksek mühendisi olarak mezun oldu. 1995’te Ankara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 1987 yılında TODAİ’ye devam etti ve kamu yönetimi uzmanı oldu. 35 yıl MTA’da çalıştı, 2014’te emekli oldu. Türkiye’nin farklı yerlerinde birçok projenin başkanlığını yürüttü. Jeoloji bilim dalıy la ilgili tıbbi Jeoloji, doğa afetleri, deprem, jeolojik miras, çevre jeolojisi, su, sedimantoloji, stratigrafi konularında çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri, bildiri, etüt raporları bulunuyor. Tıbbi jeoloji alanında 2006-2011 yılları arasında Türkiye’de tıbbi jeolojik unsurlar ve halk sağlığı projesini yürüttü. Aynı alanda yayımlanmış 48 kitabı bulunuyor.