Hangi “Kuvva”?
Bir haftadır etrafında dolaştığım konuya girmek için beklediğim fırsatı iki farklı yazı tetikledi.
1.Taha Akyol; “Tarihimizde Kuvayı Milliye terimi hem Yunan işgaliyle mücadele eden ‘başıbozuk’ silahlı gruplar için hem genel anlamıyla Milli Mücadele için kullanılır. Başıbozuklar Yunan işgaliyle mücadele etmekle birlikte, disiplinsiz ve kuralsız hareketleriyle zararlı da oluyorlardı. Sonunda doğru bir kararla ‘Düzenli Ordu’ disiplini içine alındılar, kabul etmeyenler silinip gittiler”.
www.hurriyet.com.tr/yazarlar/taha-akyol/kuvay-i-milliye-40729884
2.Cemalettin Taşkıran; “Denizli müftüsü Hulusi bey, Demirci Mehmet efe, İpsiz Recep, Topal Osman, Ethem bey, Antepli Şahin bey Kuvayı Milliyedir”.
misak.millidusunce.com/kuvayi-milliye-nedir/
Değerlendirmeyi doğru yapabilmemiz için önce Mayıs 1919’daki “durum”u kısaca hatırlamamız gerekecek.
Başvuru kaynağımız elbette GAZİ olacak. NUTUK’un ilk bölümünü lütfen dikkatle okuyun;
“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş :
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus, yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Genel Savaşa sürükleyenler, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın’nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
İtilâf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizlerce işgal edilmiş. Antalya ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.
Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlar.
Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, İstanbul Rum Patrikliğinde kurulan Mavri Mira Kurulu’nun illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla uğraştığını doğruladı. Yunan Kızılhaçı, Resmi Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Kurulu’nun çalışmalarını kolaylaştırmaya yardım ediyor. Mavri Mira Kurulu’nca yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını aşmış gençleri de içine alarak her yerde geliştiriliyor.
Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile düşünce birliği içinde çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tam olarak Rum hazırlığı gibi ilerliyor.
Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulan ve İstanbul’daki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.”
Peki, “durum” böyleyken, MİLLET ne düşünüyordu?
“Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, birtakım örgütler doğurdu. Örneğin: Edirne ve çevresinde Trakya-Paşaeli adlı bir dernek vardı. Doğuda Erzurum’da ve Elazığ’da, genel merkezi İstanbul’da olmak üzere Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti (Doğu İlleri Ulusal Hakları Savunma Derneği) kurulmuştu. Trabzon’da Muhafazai Hukuk (Hakları Koruma) adlı bir dernek bulunduğu gibi İstanbul’da da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti (Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaştırma Derneği) vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği delegeler, Of ilçesi ve Lazistan livasında şubeler açmışlardı.
Yunanlıların İzmir’e gireceğinin açık belirtilerini Mayısın on üçünden beri gören, İzmir’de birtakım genç yurtseverler, ayın 14/15’inci gecesi, bu acıklı durumu aralarında görüşmüşler; bir olupbittiye geldiği kuşku götürmeyen bu girişin, ilhak ile sonuçlanmasını önlemek düşüncesinde birleşmişler ve Reddi İlhak ilkesini ortaya atmışlardır. Bu ilkenin yayılması için aynı gece İzmir’de Yahudi Maşatlığı’na toplanabilen halkça bir gösteri toplantısı (miting) yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu toplantıdan umulduğu ölçüde sonuç alınamamıştır”.
GAZİ işte bu “durum” karşısında, memleketin dört bir yanında “kendiliğinden” oluşan mukavemet unsurları dışında vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü aleyhine çalışmak üzere kurulmuş diğer “zararlı cemiyetleri” de sıralar; Kürt Teali Cemiyeti, Tealii İslâm Cemiyeti, İngiliz Muhipler Cemiyeti (“Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Bey’ler ve Sait Molla bulunuyordu. Dernekte İngiliz ulusundan kimi serüvenciler de vardı. Örneğin: Rahip Fru gibi” diye açıklama yapar GAZİ), İtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Cemiyetleri, Amerikan Mandasını İsteyenler Cemiyeti…
Ve en vahimini; ordunun, askerin durumunu NUTUK’un Giriş bölümünde şöyle açıklar;
“Genel durumu saptamak için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını açıklamak isterim. Anadolu’da, başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu. Ateşkes anlaşması yapılır yapılmaz birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş, silah ve cephanesi elinden alınmış; bu birlikler, savaş gücünden yoksun birtakım kadrolar durumuna getirilmişti”.
Herkesin anlayabileceği şekilde ve kısaca özetleyecek olursak;
1.Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş bütün tersanelerine girilmiştir; 2.Bütün orduları dağıtılmıştır;3.Vatanın her köşesinde kendiliğinden milli kuvvetler oluşmuştur; 4.Bunun yanında bölücü ve işgalciye yardım eden hainler de teşkilatlanmıştır.
Çeteler, milis kuvvetleri, milli güçler… adlarına her ne derseniz deyin; güçleri, bilgileri, silahları sınırlı olup bunlarla, işgalci silahlı kuvvetlerle baş edemeyeceğinize göre ilk hedef; a.Düzenli ordu teşkil etmektir; sonra b.Teşkil ettiğiniz bu orduyla, düşmanla güç/mücadele dengesini sağlamaktır ve son safha c…
İşte bu son safha milli mücadelenin en kritik safhasıdır; c.Çetelere, kendilerine teşekkür edilerek iki yol sunulur; ya düzenli orduya katılacaklardır yahut silahlarını teslim edip köylerine, çift ve çubuklarına döneceklerdir.
Kitap böyle yazar.
Tam burada Akyol ile Taşkıran; nedense topa girmeyip olayın etrafından dolaşarak iki farklı istikamete yelken açıyorlar.
Akyol, suya sabuna dokunmayan daha ılımlı bir söylemi tercih eder; “Başıbozuklar Yunan işgaliyle mücadele etmekle birlikte, disiplinsiz ve kuralsız hareketleriyle zararlı da oluyorlardı. Sonunda doğru bir kararla ‘Düzenli Ordu’ disiplini içine alındılar, kabul etmeyenler silinip gittiler” derken Yorgo/Hain Ethem olayından bahsetmez.
Ethem, Akyol’un dediği gibi “silinip gitmez”.
Düzenli ordu kurulana kadar diğerleri gibi hizmetlerinden istifade edilen “alaylı küçük zabit” Ethem; ordu kurulunca “Mekteb-i Harbiye” mezunu komutanların emrine girmeyi reddetmekle kalmaz, silahlarıyla beraber Yunan’a iltica eder, Türk askerine kurşun atar ve bir de “Şarkı Karip Çerkezleri Temini Hukuk Cemiyeti” Kongresi toplar.
Ve böylece, Cumhuriyet’in kuruluş senedi olan Lozan’ın resmî “eki” niteliğindeki “150’likler” listesinde hak ettiği yeri alır.
GAZİ, NUTUK’da olayla ilgili olarak şöyle söyler;
“Efendiler, Kütahya’ya, Bakanlar Kurulu kararı ve hey’etin geri dönmesi gereğini bildirdikten sonra cephe komutanlarına da asi Ethem ve kardeşlerine karşı fiilî harekâta geçmelerini emrettim.
Efendiler, askerî harekâtı çapulculuktan, devlet kurup yönetmeyi, şunun bunun masum çocuklarını fidye dilenmek için dağlara kaldırmak haydutluğundan ibaret zanneden, şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk vatanını bezdiren ve Türk milletinin Büyük Meclisi’ni kendileriyle uğraştıran utanmaz, haddini bilmez, küstah ve herhangi bir düşmanın boğazı tokluğuna casusluğunu, uşaklığını yapacak kadar aşağılık ve bayağı yaratılışta olan bu kardeşleri, ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandıkları düşmanlarla birlikte yola getirmek ve ortadan kaldırmak suretiyle, inkılâp tarihimizde, etkili bir ibret örneği vermek zarurî görüldü”.
(“ATEŞİ VE İHANETİ GÖRDÜK”-Hüseyin MÜMTAZ. 28 Kasım 2017.
Taşkıran ise daha vahim bir yanlışa imza atıyor;
“Denizli müftüsü Hulusi bey, Demirci Mehmet efe, İpsiz Recep, Topal Osman, Ethem bey, Antepli Şahin bey Kuvayı Milliyedir” diyor.
“Bey”lik öyle ucuz değildi.
Mektepli bile olmayan, “Alaylı küçük zabit”lere “bey” denilmez, ancak “efendi” denilirdi.
Ethem’i aynı cümle içinde kullandığı Denizli Müftüsü’ne, Demirci Mehmet Efe’ye, İpsiz Recep’e, Topal Osman’a, Antepli Şahin Bey’e fena halde ayıp ediyor.
Hepsine “Kuvayi Milliye” diyor.
21 Mayıs 2017 tarihli “ÜÇ KUVVA” başlıklı yazımızın ilk paragrafı şöyledir;
“Yakın tarihimizin üç önemli –kuvva-sı vardır; 1. Kuvvai Seyyare; 2. Kuvvai İnzibatiyye; 3. Kuvvai Milliye. Bu yazıyı, kendinizi hangisine ait hissediyorsanız o gözlük ile okuyun”.
İlki, âsi Ethem’in kuvvetleridir. (Ethem’inkilerin, Kuvvai Milliye değil, Seyyare olduğunu bilmez mi Taşkıran?)
İkincisi; işgalci İngiliz’in, Damat Ferit hükümetine 7 Nisan 1920 tarihinde Kuva-yi Milliye’ye karşı kurulması için izin verdiği yarı resmî askerî Hilafet ordusudur.
Seçim sizin.
İster gözlüklü, ister gözlüksüz okuyun.