Hem Dertli Hem Sadık: Seçmen Çelişkisi
Türkiye’de seçimler gelip geçiyor ama bazı sorular hep yerinde duruyor. Ekonomi kötüye giderken, hayat pahalılaşırken, gençler umutsuzken ve emekliler geçinemiyorken… Bazı seçmenler siyasal tercihlerini değiştirmiyor? Hem geçim sıkıntısından şikâyet ediyor, hem de aynı partiye oy vermeye devam ediyor. Bu yazıda bu durumu Sosyal psikolojiye ait “bilişsel çelişki” kavramıyla açıklamaya çalışacağım.
Bu kavram, sosyal psikolojinin kurucu isimlerinden Leon Festinger tarafından 1950’lerde ortaya atıldı. Teorinin temelinde şu fikir yatıyor: İnsanlar, düşündükleri şeylerle yaptıkları şeyler birbirini tutmadığında rahatsızlık hisseder. Yani, kafasında bir düşünce var ama davranışı onunla çelişiyor. Bu rahatsızlık uzun süre taşınamaz, bir çözüm gerekir. Ya davranışını değiştirir ya da düşüncesini yeniden yorumlayarak kendini rahatlatır.
Festinger bunu oldukça ilginç bir deneyle gösteriyor. Katılımcılara çok sıkıcı ve tekdüze bir görev veriliyor. Daha sonra bu görevi başka birine “çok eğlenceliydi” diye anlatmaları isteniyor. Katılımcıların bir kısmına bu iş için 1 dolar, diğer kısmına 20 dolar veriliyor. Sonuç çok ilginç: Sadece 1 dolar alanlar, görev hakkında gerçekten olumlu düşünmeye başlıyor. Çünkü yalan söylemek için yeterli gerekçeleri yok. O yüzden, “Demek ki o kadar da sıkıcı değildi” diyerek kendi düşüncelerini değiştiriyorlar. Zihin, bu yolla çelişkiyi çözüyor.
Peki bu durumun bizim siyasi hayatla ne ilgisi var?
Türkiye’de AK Parti seçmeni bu çerçevede dikkat çekici bir örnek oluşturuyor. Son yıllarda ekonomide ciddi bir bozulma var. Enflasyon rakamları, işsizlik oranları, hayat pahalılığı… Bunlar seçmenin doğrudan hissettiği gerçekler. Ama birçok seçmen bu tabloya rağmen AK Parti’den vazgeçmiyor. Çünkü o seçmen için AK Parti sadece bir siyasi parti değil; aynı zamanda inanç, aidiyet, güven, istikrar ve kimlik anlamına geliyor.
Bu yüzden ortaya bir çelişki çıkıyor: “Geçinemiyorum ama yine de oyumu veriyorum.” Bu çelişkiyi çözmek için zihin devreye giriyor ve bir açıklama buluyor: “Ekonomiyi AK Parti bozmadı, dış güçler yaptı.” Ya da: “Evet durum kötü ama başka kim gelse düzeltemez.” Veya: “Geçmişte neler gördük, bu da geçer.” Böylece kişi hem yaşadığı gerçeği inkâr etmeden kabul ediyor, hem de siyasi tercihini değiştirmeden iç huzurunu koruyor.
Benzer bir çelişki CHP seçmeninde de görülebilir. Parti yıllardır iktidar olamasa da, sadık bir tabanı var. Bu seçmen, her seçimde büyük umutlarla bekliyor ama sonuç değişmeyince hayal kırıklığı yaşıyor. Fakat yine de CHP’den kopmuyor. Çünkü o parti, onun için “laiklik, cumhuriyet, aydınlık, ilericilik” gibi değerlerle özdeşleşmiş. Bu durumda seçmen başarısızlığı şöyle açıklıyor: “Halk hazır değil”, “Medya taraflı”, “Devlet mekanizması engelliyor.” Yani yine bir çelişki var ama zihin onu bastıracak açıklamayı buluyor.
Kısacası, Türkiye’de seçmen davranışı sadece ekonomi, hizmet ya da programlarla açıklanamaz. İnsanlar oy verirken sadece cebine değil, aynı zamanda kimliğine, değerlerine ve geçmişine de bakıyor. Ve bazen bu değerler yaşanan zorluklardan daha güçlü olabiliyor.
Seçmen hem dertli, hem sadık. Bu, yüzeyde bir çelişki gibi görünse de, aslında insan zihninin karmaşık ve derin işleyişinin bir sonucu. Seçmen kararlarını anlamaya çalışırken, bu çelişkilere kulak vermek şart. Yoksa sadece sonuçlara bakıp “Niye böyle oluyor?” demeye devam ederiz.
Çünkü Türkiye’de kararlar çoğu zaman oy pusulasında değil, seçmenin zihninde çok daha önce veriliyor.