Mine Özgüzel: ‘Hikâyelere ihtiyacımız var’
Jean Paul Sartre, “Hepimiz bir hikâye anlatıcısıyız. Her an, her saniye kendimizi anlatmaktan, kendimizden söz etmekten hoşlanıyoruz. Hatta kabul edelim ki karşımızdaki kişinin bir an nefes almasını fırsat bilerek kendimize hızla geri dönüyoruz ve kendimizi anlatmaya başlıyoruz” diyor “Sözcükler” adlı yapıtında. Ben de bu alıntıya Mine Özgüzel’in Doğan Kitap’tan çıkan “Yaşam Hikâye mi?” isimli kitabında rastladım.
Yaşamım boyunca varoluşsal sorgulamalarım hep beynimin bir yerinde döndü durdu. Bazı zamanlar dönüp durmakla kalmayıp su yüzüne çıkmaya, hatta bana çeşitli kaygı sorunları çıkartmaya da başladılar. Elbette terapinin insan hayatında önemli bir yer tuttuğuna inanan bir insan olarak hiç vakit kaybetmeden terapi aldım. Hatta bir seanslık kötü bir psikolog deneyimim de olmadı değil, yine de terapiye olan inancımı yitirmedim. Varoluşsal sancılarımın beni sarstığı günlerde merak saldığım psikoloji kitaplarını heyecanla okuma isteğim, Özgüzel’in kitabı elime ulaştığında da hemen kendisini gösterdi. Bir çırpıda kitabı okudum, ardından kitabın tanıtıldığı bir basın buluşmasında Özgüzel’i dinleme ve kendisiyle sohbet etme şansı buldum.
“Yaşam Hikâye mi?” gerçek olay ve kişilerden esinleniyor. Hikâyeler gerçek ancak tabii ki isimler değiştirilmiş. Çok sayıda hikâyeden herkes kendisine tanıdık gelen bir bölüm bulabilir. Kitap, kendi hikâyenizi, gerçek ve doğru bir biçimde önce kendinize, sonra da başkalarına anlatabilmenizi sağlayacak ipuçlarıyla dolu.
İYİLEŞMENİN YAKINLAŞMASI İÇİN…
Özgüzel’in sade anlatımı, bir diğer yönüyle de insanların olumsuz bir açıdan baktığı terapilerin ne kadar faydalı olabileceğinin de bir göstergesi. En başta kendisinin ve terapistlerin hislerini yönetmelerini görebiliyorsunuz. Terapi alırken sıklıkla düşündüğüm terapistin neredeyse hiç konuşmadan notlar aldığı sahnenin arkasında neler yattığını da öğrenebiliyorsunuz.
Biraz daha somutlaştırmak gerekirse, “Yaşam Hikâye mi?” kitabında meslek hayatından örnekler sunuyor Özgüzel… Ölümlü oluşuyla ilgili kafa yoranlar, en derin korkularını anlatan danışanlar, sonluluğumuz, hatta tarih boyunca Gılgamış’tan beri bu konuya kafa yoruyor oluşumuz… Kendisi de varoluşçu bir terapist olduğu için varoluş felsefesiyle ilgili alıntılar ve isimlerden örneklere sıklıkla rastlıyoruz.
Özetle Özgüzel, “Yaşamımızın bir noktasında hikâyemizi anlatmamız ve anlatma sürecinde kendimize yaklaşmamız iyileşmeyi de bize yaklaştırır” diyor ve ekliyor: “Travmalarımıza karşı bizi dayanıklı ve güçlü kılacak hikâyelere ihtiyacımız var.”